Providing of the State of Serenity for Academicians

Akademisyenler İçin Sükûnet Hâli Nasıl Temin Edilebilir?

  • Prof. Dr. Ramazan ERDEM, Asst. Prof. Dr. Elif KAYA

Genişletilmiş Özet

Modern çalışma hayatı geleneksel tarzdan birçok yönüyle farklılaşmaktadır. Modernlik öncesi zamanlarda insanlar daha az insanla muhatap olarak, daha az işi daha çok zamanda yapmak durumundaydılar. Günümüz insanı ise zaman baskısı, iş yoğunluğu, hızlı çalışma temposu, daha çok insanla karşılaşma, çalışma stresi benzeri meselelerle yüz yüzedir. Sayar’ın (2012) ifadesiyle disipline dayalı çağdaş iş yaşamı, insanları bir örnekleştirdiği gibi narsistik bir kafese de mahkûm eder. Bu kafes içinde aşırı çalışma, çabuk iletişim (e-mail gibi), mahremiyetin azalması gibi modern tetikleyiciler ve körüklenmiş yükselme arzusu, içten içe yalnızlaşmayı besleyen bir sürece dönüşür. Modern insanı kendi ürettiği teknolojik aletlerin dizayn ettiği, yaptığı işlerde dışsal birtakım müdahalelere maruz kalan, diğer insanlarla bir yarış halinde olan, dış etkilerin karşısında kendi iç âlemine dönme fırsatı bulamayan, doğumundan ölümüne kadar dur durak bilmeden koşan ve netice itibariyle hayatını anlamlandırmadan bu dünyayı terk eden bir varlık olarak tasvir edebiliriz. Nasr (1996) bu durumu, modern insanın kim olduğunu unutmuş bir halde, kendi varlığının kenarında yaşayıp gitmesi olarak tanımlamıştır. Nasr’a (1996) göre, modern insanı bu soyut hayata götüren sebep, kendi haricindeki dünya hakkında niteliği suni, niceliği ise sersemletici bilgiler ile donanmış olmasıdır.

Üniversiteler ve buralarda görev yapan akademisyenler de bu modern insan tasvirinden bağımsız değildir. Türkiye örneği üzerinden düşünülecek olursa, akademiye adım atılan ilk aşama olan araştırma görevliliğinden akademik kariyerin son basamağı olan profesörlüğe, profesör unvanı aldıktan emekliliğe kadar akademisyenler çok yoğun bir çalışma temposu ile karşı karşıyadırlar. Tez, bilimsel araştırma, proje, öğrenci, ders, makale, kitap, kongre, konferans gibi konular bir akademisyenin dünyasında akademik bir iş olarak yer etmektedir. Mesai kavramı olmadan tatil günlerinde de çalışan akademisyenlerin çoğunluğunun akademik işler dışında kendilerine, ailelerine ve çevresine zaman ayıramadıkları bir realitedir. Bu durum, hayat dengesinin bozulmasına sebep olabileceği gibi akademisyenlerin hayatı derinlemesine sorgulama, bilgelik ve hikmete ulaşma, orijinal bilgi üretme gibi işleriyle ilgili derinliği yakalamasını zorlaştırmaktadır. Denge, Ebu Eymen’in (1987) ifadesiyle, her işte temel ölçüdür ve o işin sağlam ve mükemmel olmasının mihengi durumundadır. Resmedilen tabloda ise, dengenin şaştığı görülmektedir. Bu denge problemi, yalnız sosyal hayatı değil, iş hayatını da olumsuz etkileyebilmektedir. Fromm (1998), bireylerin iç dünyalarındaki zenginliği ortaya çıkarabilmeleri için yalnız kalabilmeleri gerektiğini söylemiş, bu görüşü doğrular nitelikte bir yaklaşım olarak Carrel (1999) da “bilim adamları ihtiyacını duyacakları oranda yalnız kalabilmelidir” demiştir. Tercihi bir yalnızlığın ya da bir sükûnet halinin korkulacak bir halden öte, besleyici bir süreç olduğu aşikârdır (Özodaşık, 2001).

Bu çerçeveden hareketle, hazırlanan bu çalışmanın temel sorusu şudur: “Akademisyenler için sükûnet hâli nasıl temin edilebilir?” Bu amaçla nitel araştırma deseni kullanılarak Süleyman Demirel Üniversitesinin farklı birimlerinde görev yapan farklı unvanlardan 12 akademisyenle derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Görüşmelerde akademisyenlere nasıl bir çalışma sistemine sahip oldukları, sükûnet ihtiyacı duyup duymadıkları, sükûnet halinin temin edememenin kişinin kendisine, ailesine, mesleğine ve sosyal çevresine olan etkilerinin nasıl olduğu ve akademisyenler için sükûnet halinin nasıl temin edilebileceğine dair sorular sorulmuştur.

Akademisyenlerin araştırdıkları, öğrendikleri, yaptıklarını öğrettikleri ve bunları idari görevler etrafında topladıkları görülmektedir. Bu süreçte özel hayat ve iş hayatı iç içe geçtiği için iş hayatının aile hayatını ve sosyal hayatı etkilediği ifade edilmiştir. Akademisyenler çalışma yoğunluklarını “dipsiz kuyu”, “gece gündüz çalışma”, “olağanüstü”, “otobanda maksimum hızda giden otomobil” ve “bir saat mekanizması gibi sürekli işleyen” gibi metaforlarla ifade etmişlerdir.

Çalışma hayatlarını bu şekilde ifade eden akademisyenler, sosyal hayattan soyutlanma gibi sonuçlarının yanında, yaptıkları çalışmaların parçalı hale geldiğine, dolayısıyla çalışmalarının kalitesinin düştüğüne ve fiziksel olarak tükendiklerine dikkat çekmektedirler. Bu tür tanımlamalar ve şikâyetler, günümüz insanının hayatının ve hatta bedensel ve ruhsal sağlığının iş merkezli şekillenmesini göstermektedir. Modern insanın böyle bir koşuşturma içinde yaşamını anlamlandırması, düşünüp yaşamın derinliğini kavraması olanaksız görünmektedir. Furedi’nin “Bütün Aydınlar Nereye Gitti?” başlıklı kitabında (2006) tartışmaya açılan konu tam da bu temel üzerine inşa edilmiştir.

Bu araştırmanın temel sorusuna yanıt vermek amacıyla akademisyenlerden gelen öneriler, yukarıda bahsedilen koşuşturma içinde akademisyenlerin nasıl dinginlik sağlayabilecekleri açısından önemlidir. Analizde dinginlik ihtiyacı, sistem ve birey düzeyinde gruplandırılmıştır.

Akademik ortamlarda sistem düzeyinde dinginliğin sağlanması için “araştırma geliştirmenin teşvik edilmesi”, “zaman yönetimi konusunda akademisyenlerin yetiştirilmesi”, “kalitenin ön planda tutulması”, “insan odaklılık”, “öğretmen-araştırmacı ayrımının yapılması”, “öğretim elemanı sayısının artırılması”, “müfredat yüklerinin azaltılması” ve “akademisyenliğin mesleğin özüyle ilgisiz konulardan arındırılması” gibi önerilerde bulunulmuştur.

Araştırmanın sonuçları bağlamında akademisyenlerin bireysel olarak yaptıkları işleri sadeleştirmeleri, zamanı doğru yönetmeleri, hırstan uzaklaşmaları ve evlerini ofise dönüştürmemeleri dinginlik bulabilmeleri adına tavsiye edilebilir. Özel hayatın ertelenmesine son verilmesi ve işin hayatın merkezine yerleştirilmemesi önerisi, çalışma hayatından kaynaklanan bazı sorunlara işaret etmektedir. İnsan başarısı iş odaklı değerlendirilmemeli ve kişinin hayatın olağan akışı içinde kendisine, ailesine ve sosyal çevresine zaman ayırma gibi alanlarda bazı sorumlulukları yerine getirmesi beklenmelidir. Bu sayede hayatta bir denge kurulabilir ve insan için gerekli olan dinginlik sağlanabilir.

Akademisyenlerin arınma için önerdikleri “tekno-oruç” (cep telefonu, bilgisayar, TV ve benzeri teknolojik cihazlardan bir süreliğine uzaklaşmayı ifade eder) aynı zamanda hayatımız için darboğaz oluşturan unsurların giderilmesi adına da önemli bir konudur. Teknolojik cihazlar, günlük hayatta aklımıza takılan elektronik kelepçeler olarak tanımlanabilir. Yaptığımız tüm işler ve günlük hayatımızın seyri bu cihazlar sayesinde entegre hale gelmiştir. İç dünyamıza dönmek, tefekkür etmek ve zihnimizi esaretten kurtarmak için zaman zaman bu döngüden çıkmak gerekir.

Kaynakça
  • Alexis Carrel, Man, the Unknown, Harper and Brothers, New York, 1939.
  • John. W. Creswell, Araştırma Deseni Nitel, Nicel ve Karma Yöntem Yaklaşımları, Çev. Ed.: Selçuk Beşir Demir, Eğiten Kitap, Ankara, 2013.
  • Fethi Ebu Eymen), Çalışmanın ABC’si, Çeviren: Mehmet Yolcu, 1 Baskı, Madve Yayıncılık, İstanbul, 1987.
  • Erich Fromm, Escape from Freedom, Discus Books, New York, 1969.
  • Frank Furedi, Where have all the Intellectuals Gone?, Continuum, London, 2006.
  • Seyyid Hüseyin Nasr, Islam and the Plight of Modern Man, Islamic Text Society, Cambridge, 2002.
  • Mustafa Özodaşık, Modern İnsanın Yalnızlığı, 1. Baskı, Çizgi Kitabevi, Konya, 2001.
  • Kemal Sayar, Yavaşla, 9. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012.
  • www.yok.gov.tr, Erişim Tarihi: 15 Ekim, 2016.

Bu Sayıdaki Diğer Makaleler